CHARLES BUKOWSKİ VE FELSEFESİ














Charles Bukowski denildiğinde aklınıza sadece afilli cümleleri ve sıradışı bakış açıları geliyorsa onu eksik tanıdığınız aşikar.
Gelin bu camia tarafından çirkin ve sarhoş olarak mimlenen Bukowski'yi yakından tanıyalım, diğer yazarlara nispeten fazla alkolik, kadın düşkünü ve umursamaz bir birey olarak tanınan Bukowski'nin aslında çok naif bir iç yüzü var.

Asker bir babanın ve ev hanımı bir annenin tek çocuğu olan yazarımız Almanya'da dünya geldi.
Babası Bukowski'ye sürekli olarak şiddet uygular ve aşağılar işte tam da burada kaderin kırılım noktası gün yüzüne çıkar çünkü Bukowski babasının yazar olma yolunda kendisine çok şey kattığını ve acının tanımını babasından öğrendiğini söylemektedir. Babası ile yaşadıklarını hak edilmeyen acı olarak isimlendirir. Ergenlik sürecini izole bir yaşam içinde geçirir ve bu sıkıcı hayatı kitap okuyarak renklendirmeye karar verir.

Bir süre sonra okumaktan aldığı hazzı yazarakta hissetmek isteyen yazarımızıın talihi alışılagelmişin aksine zorlu ve engebeli bir sürece gebedir. Yayınevlerine gönderdiği yüzlerce öykü ve deneme geri çevrilir  sadece küçük bir kısmı yayınlanır ve asla hedeflediği başarıyı elde edemez.
Bukowski hayalkırıklığının kağıt kesiği gibi umutlarını kestiği bu dönemde yazarlık sürecine ara verir ama verilen bu ara tahmin ettiğiniz gibi 1 ay 1 sene ya da 5 sene değildir Bukowski tam 10 sene yazarlığa ara verir. Bu zaman diliminde mavi yakalı işlerde hayatını idame ettirmek adına çalışmaya başlar ve bu zaman dilimini " 10 senelik sarhoşluk" dönemi olarak adlandırır.

Nefret ettiği bir postanede çalışmaya devam ederken ölümcül bir hastalıkla burun buruna gelir ve bu hastalıkda hayatının ikinci kırılım noktasını oluşturur.
Hastalık sonrası risk alır ve şu sözleri söyler ;

"iki şansım var.

ya bu postanede kalacağım ve delireceğim,

ya da istifa edeceğim yazar olacağım, ve açlıktan öleceğim. 

açlıktan ölmeye karar verdim."

Yazarlığa bıraktığı yerden devam etmeye başlar ve on sene sonra kalemi eline aldığında adeta intikam alırcasına öykü ve şiirler yazmaya başlar, bu sürede yazdığı eserler yine istediği ilgiyi görmemiştir.
Bukowski ancak  50 yaşına geldiğinde hayalini kurduğu noktaya gelmiştir ve tanınmıştır artık kitleler tarafından ilgiyle takip ediliyor ve kadınlar tarafından büyük ilgi görüyordur. Genele vurduğumuzda özgün ve gerçek yazarlar başarıya hızlı bir şekilde ulaşamaz ve uzun bir pişme sürecinden sonra tanınırlar ancak Bukowski bu zor süreci uzun uzun yaşayan bir istisnadır. 50 yaşında başladığı ikinci hayatı ona çok şey katacaktır.

Bukowski'nin felsefesini ele alalım. 73 yaşında hayata göz yuman yazarımızın mezar taşında "çabalama" (dont try)  yazmaktadır. Peki hayatı boyunca yazar olmak adına didinen ve çabalayan bir kişi neden bu sözlere mezar taşına yazdıracak kadar sığınır ? Bu durumu Nörolog Viktor Frankl "çelişik niyet" olarak açıklıyor. Detaylandırarak anlatalım. Aşırı niyet arzulanan şeyi uzaklaştırır.

Bukowski çabalamanın elde etmek istediğimiz zaferleri ürküttüğünü düşünüyor ve belki de haklıdır.
Yaşamının sonlarına doğru tecrübelerini şöyle aktarıyor ;

"Çoğu yazar yanlış sebeplerden yazıyor

ya ünlü olmak için,

ya zengin olmak için,

ya da kızları yatağa atmak için. 

herşey yolunda gittiğinde bu yazarlığı seçtiğiniz için değil,

yazarlığın sizi seçtiği içindir.

Çok çalışıyoruz çabalıyoruz, çabalamayın. 

O şey orada bize bakıyor, kapalı rahimden çıkmak için can atıyor."


Bukowski aslında bu sözleri ile kendini de tanımlıyor gençliğinde arzuladığı yazarlığa 10 sene sonra ölümcül bir hastalıktan kurtularak geri dönüyor ve artık çabalamadan arzulamadan sadece yazmak istediği için yazıyordu, ve kader  muazzam şekilde tekerrür ederek başarıyı kendisine armağan etti...














Yorumlar

Popüler Yayınlar