RUH VE MENGENE





Bugün elimizde iki anahtar kelimemiz mevcut ; ruh ve mengene.

Her ne kadar okuyunca bir bütünlük sağlamasa ve anlam ifade etmese de eğer kalabalık bir şehirde sıkıcı bir döngünün küçük bir üyesiyseniz bu yazı sizi de kapsayacaktır.
Klişe olan ve tadımızı kaçıran tüm teorilerden sebepsiz yere mi nefret ediyoruz ? Asla !
Gerek sosyal medyada olsun gerek farklı bir kitle iletişim kanalında ne zaman hayatın stresinden soyutlanmış ve sıyrılmış kişileri görsek öfkeleniriz,  bunu alegori ile tanımlamak gerekirse yengeç sepeti sendromu ile örneklendirebiliriz matematiksel olarak hayatımızın toplumdaki birçok insanın hayatı ile küçük detaylarda olsa bile kesiştiğini fark ettiğimiz gün uyanır mıyız ? Bu şimdilik kocaman bir muamma. Detaycı bir kişilikten muzdarip iseniz neden mutsuz olduğunuzu ve şehirde ki hatırı sayılır derecede çoğunluğun neden mutsuz olduğunu düşünmüş olmalısınız. Bunun cevabı kitlesel histeri de olabilir mi ? Bir ilkokul sınıfı düşünün ve bir öğrencinin içtiği tarihi geçmiş sütten dolayı gıda zehirlenmesi yaşadığını varsayalım öncelikle yanındaki sıra arkadaşından başlamak üzere sınıf içerisinde ki öğrencilerin çoğunluğu bu durumdan olumsuz etkilenerek karın ağrısı yaşayacaktır ve işin tuhaf kısmı zehirlenen öğrencimiz zehirlendiğini sesli olarak beyan etmese dahi beden dili ve çektiği acıdan oluşan yüz mimikleri ile  bu durumu tüm sınıfa yayarak histeriyi tetikleyebilir.
Bireysel olarak ele alırsak ve basit bir örnek verecek olursak mikro uykumuzu doğru anda terk ettiğimizde ve güne mutlu başladığımızda bile durumu kolayca tersine döndürebiliyoruz metrobüsde yüzü asık işçi sınıfı, açlıktan zayıf düşmüş sokak kedileri umutsuzca öten tüm kuşlar ve daha nicesi…
Tüm bunlar toplumsal mutsuzluğumuzun ufak yapıtaşları olsa gerek.
Durumu biraz daha malihulya bir yapıyla anlatıp doğrucu olmak gerekirse nefes aldıkça iğnelenmesi ruhumuzun ve sabahı merak edememek aslında bu yaşarken defalarca intihar etmek, hastalıklı bir beyinde simülasyonunu oluştursak da ufak tefek hayallerin kana karışan  kötü bir eylem yayılmış alyuvarlarımıza kanser gibi, uyumak istiyor ruhumuz izin verelim uyusun !
En bitmeyen gecemizde bile sabaha çıkmamız güçlü bir olasılık ama güneşin doğuşunu izlemek güçsüz, piyangonun vurması zayıf bir olasılık ama verdiği umut ve kurulan hayaller paha biçilemez.
İrili ufaklı olasılıkları hesaplayarak yaşıyoruz ve umut ettiğimiz her sabah biraz daha karanlığa uyanıyoruz ruha enjekte ettiğimiz bir tutam güzel fikirler beyine olumlu sinyaller gönderiyor ve gülümseyerek “iyi şeyler olacak sabırlı ol” diyor ancak biyolojik olarak 70-80 yıl ömrü olan canlılarız peki kaçımız bugünü milat kabul edip yarınını yaşayabildi, yoksa tüm ihtimalleri titizlikle süpürerek çöp kovasına boşaltıp anı mı yaşamalıyız ?
Bu elbette güzel olurdu lakin detaylı düşünebilen bir canlının mutlu olma olasılığı da ne yazık ki çok düşük.
Tıp anı yaşamamızı sağlayacak bir ilaç geliştirse ve tüm zorlu denklemlerin üstesinden gelebilsek ne güzel olurdu değil mi ?
Çok değerli detaycı okuyucular düşünmek için arayış içinde olduğunuzu hissederek bol bol ironi kokan düşüncelerimi aşağıya sıralayarak yazımı sonlandırıyorum ve ruhlarınızın sıkıştığı mengeneden bir an önce kurtulmasını umuyorum, keyifli okumalar dilerim.

Bir yıldızı kaç insan kayarken görür, yıldızın kendini değerli hissetmesi bu sayıya mı bağlıdır yoksa yıldız zaten değerli midir ?
Parkta bira şişesi toplayıp karşılığında yaşamını sürdürecek kadar besin ve bira alan adamı ne kadar ilgilendirir konut fiyatları yahut yıl sonu büyüme rakamları  ?
Hatırı sayılır bir iş adamı sıkılmış mıdır para kazanmaktan, kazandığı milyonlarla kaç çiçek alır eşine günün birinde eşi mezarına karanfil bırakmadan ?
Patlak bir sokak lambası hava aydınlanınca sevinir mi, belki anlamsız gelecek ama işe yaramamak onu da gücendirir mi ?  




Yorumlar

Popüler Yayınlar